… ama önce sen kendini inşa etmelisin, dimdik bir beden ve dimdik bir ruhla.
Friedrich Nietzsche
Ne güzel söylemiş Nietzsche. Önce kendimizden başlamalı inşaata. Hayatta hepimiz bir şeyler yapmak istiyoruz, bir şeyler olmak istiyoruz ama o bir şeyler de hemen olsun istiyoruz. Kendi zaman yolculuğumuzda olan ya da olmayanı sorgularken kaçımız objektif olabiliyoruz? Ya da istediklerimize odaklanırken odağımızı kaçımız paradan uzaklaştırabiliyoruz. Paranın amaç mı araç mı olduğunu kaçımız ön görebiliyoruz. Yaşamak için para kazanacağız elbet, işte iş konuşacağız ama yaptığımız işlerde odağımız para olduğunda en başta kaybediyoruz galiba.
Kendi girişimcilik hikayemde en azından benim öyle oldu. Yaklaşık on yıllık ticaret hayatımda da başkalarının bu hatayı her gün yaptığına defalarca tanık oluyorum.
İlk işimde odağım çok para kazanmaktı ve kontrolsüz büyüme, yanlış borçlanma yüzünden risk fizibilitemi ön görememiştim. O dönem aslında başarı ve başarısızlık hikayeleri üzerine çokta biyografi okumuştum ama şimdi daha ii anlıyorum ki bakmakla görmek arasında çok büyük bir fark varmış.
Hayatımızın her evresinde hedeflerimiz değiştikçe öğrenme yolcuğumuzda da yollar ve yol arkadaşları değişiyor. Öyle olunca bakış açıları da farklılaşıyor. Eğer bu değişime ayak uydurabiliyorsak işte o zaman tercihlerimiz bizim oluyor. Ama ayak uyduramıyorsak genel topluluğa dahil oluyoruz ve sistemi, diğerlerini; eşimizi, annemizi, babamızı, okulu, öğretmeni, patronu, arkadaşı ve her kimle ne sorun yaşarsak yaşayalım onu suçluyoruz. Suçladıkça sanki biraz hafifliyoruz ve keşkeler geliyor arkasından. İşte o zaman bir dönün ve bakın size keşke dedirten ne ? Sizden ötürü olan tercihleriniz neler? Ruh haliniz? Algı şekliniz? Anlama biçiminiz?
Bunları anlatırken yüksek lisansta hocamızın anlattığı bir hikaye geldi aklıma. Diderot etkisi, duyan bilen vardır mutlaka… aslında kapitalist düzenin eşyalarla üzerimizde kurduğu tüketim çılgınlığının anlatan bir kuramdır. Hikayeye şöyle bir bakacak olursak, 1765 yılında Rus İmparotoriçesi Büyük Catherine, fiolozof Dennis Diderot’un acil paraya ihtiyacı olduğunu duyar. Sanatın, bilimin ve Aydınlanma filozoflarının tanınmış bir hamisi olarak, onun bütün kütüphanesini hemen satın alır. 25 yıllık maaşını da peşin verir ve onu kütüphanecisi yapar.
Bu yeni işini kutlamak için bir arkadaşı çok hoş ipek bir sabahlık kendisine hediye eder Dennis Diderot’a. Yeni giysisinin ihtişamına alıştıktan sonra filozof, dairesinin olması gerektiği kadar güzel olmadığını fark eder.
Bunu düzeltmek için eski resimlerini yenileriyle değiştirir. Daha sonra koltuğunun artık uygun olmadığını fark eder ve onu yeni bir deri koltuk ile değiştirir. Ardından aniden masasınında eskiden olduğu gibi üretemediğini fark eder ve onuda değiştirir.
Çok geçmeden evindeki neredeyse her şeyi değiştirmiştir. Sonunda, yeniden borçlu hale gelmiştir ve halen daha fazla maddi eşya için arzu duyuyordur. Belki de içinde bulunduğu durumu kavrayana kadar o da Rus imparatoriçeyi bile suçlamıştır, hak ettiğinden daha az ödeme yaptığını düşünerek.
Filozof ‘Eski Sabahlığım için Pişmanlık ‘ yazısında da materyalizme kendini kaptırışını anlatır. Tüketim sarmalını, tarif eden ilk kişi olduğu için de bugün bu durum Diderot Etkisi olarak biliniyor.
Aslında benzer durumda etrafımızda ne kadar çok insan var dimi? Belki biz de onlardan sadece biriyiz? Bununla beraber sadece eşya tüketimi değil benim buradan anladığım hayatımızdaki her şeyi bir bir tüketiyoruz, elimize geçen fırsatların farkına varmadan. Her yaşadığımız zorlukta da suçlamak kolayımıza geliyor ve diyoruz ki onun yüzünden bunun yüzünden, beni o yanlış anladı… peki biz kendimizi yanlış anlatıyor olabilir miyiz? Karşımızdakine beden dilimizle, ses tonumuzla, yaptıklarımız ya da yapmadıklarımızla neleri tercih ediyoruz. Tercihlerimiz sonrasında yaşam tarzımız ve yaşamımızın tam da kendisi oluveriyor. Olduğumuz anı kabul etmekte bir tercih etmemekte ve yine bu durumu değiştirmek için çaba göstermekte bir tercih, hiç bir çaba göstermemekte. Ama aslolan gerçek varki o da hayatlarımız tercihlerimizin toplamından ibaret olduğu. Siz bugün neyi tercih ediyorsunuz? Durun gözlerinizi kapayın ve hayatınızı geri sararak bir sorgulayın. 30 yaşında keşke şimdi 20 yaşındaki aklım olsaydı diyorsanız muhtemelen 40 yaşında da keşke 30 yaşındaki aklım olsa diyeceksiniz ama umarım 50 nize kadar sadece kendi zamanınızı yaşadığınızı fark eder ve kendi kişisel markanızın her bir değerini kendinizin yönettiği ve bu sürecin doğduğunuz andan öldüğünüz ana kadar sürdüğünü anlamış olursunuz…
Son sözümü ise geçmişten öğrendiklerimizle, bu günümüzü yaşayarak ve geleceğe umutla bakarak, Her şey çok güzel olacak diyerek bitirmek istiyorum.
Busena ÇELİK ZÜMBÜL